Şiir Türleri ve Örnekler
ŞİİR TÜRLERİ
Şiir, insanın ruhunda güzel duygular uyandıran, bir sanat değeri taşıyan manzumelere denir.
Estetik değeri olmayan, şiir sayılmayan vezinli ve kafiyeli söze manzume denir. Buna göre her şiir manzume olabilir ama her manzume şiir değildir.
1. Lirik Şiir: Adını mitolojik bir çalgı olan “lir” kelimesinden alan Lirik şiir, içten gelen duyguları coşkun bir şekilde dile getirir. Aşk, ayrılık, özlem, ölüm acısı bu şiir türünün konularıdır. Örnek:
SEVİ ŞİİRİ
Ben senin en çok sesini sevdim.
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi.
Önce aşka çağıran, sonra dinlendiren,
Bana her zaman dost, her zaman sevgili.
Ben senin en çok ellerini sevdim.
Bir pınar serinliğinde küçücük ve ak pak,
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde,
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak.
Ben senin en çok gözlerini sevdim.
Kah çocukça mavi, kah inadına yeşil.
Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil.
Ben senin en çok gülüşünü sevdim.
Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran.
Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman.
Ben senin en çok davranışlarını sevdim.
Güçsüze merhametini, zalime direnişini.
Haksızlıklar, zorbalıklar karşısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini.
Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim.
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini.
Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevgini.
Ben senin en çok bana yansımanı sevdim.
Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni..
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim,
Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni...
Ümit Yaşar OĞUZCAN
2. Epik Şiir: Konu olarak kahramanlıkları ve kahramanları ele alır. Destanlar, savaş, yiğitlik, kahramanlık, vatan sevgisi… gibi konuları işleyen şiirlere Epik şiir denir.
Bilindiği gibi, destanlar, tarihi olaylara ve efsanelere dayanılarak hazırlanan uzun manzum kahramanlık hikayeleridir. Örnek:
FETİH MARŞI
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek
Yürü, hâlâ ne diye oyunda oynaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!
Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden....
Senin de destanını okuyalım ezberden...
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...
Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın...
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!
Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini...
Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini?
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini
Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın;
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!
Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir, Süleymandır.
Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinandır.
Haydi artık uyuyan destanını uyandır.!
Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın
Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.!
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan!
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan....
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!
Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın...
Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!
Arif Nihat ASYA
3. Pastoral Şiir: Çoban ve kır hayatını, tabiat güzelliklerini göstermek ve içimizde bunlara karşı bir ilgi, sevgi ve özlem uyandırmak maksadıyla yazılan şiirlere denir. Örnek:
BİNGÖL ÇOBANLARI
Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum,
Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum.
Bekçileri gibiyiz ebenced buraların,
Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların
Görmediği gün yoktu sürü peşinde bizi,
Her gün aynı pınardan doldurup destimizi
Kırlara açılırız çıngıraklarımızla.
Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski yeni,
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini,
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,
Dolaştırıp dururuz ayni dâüssılayı.
Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,
Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam;
Su karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,
'Suna”'mın başka köye gelin gittiği akşam,
Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,
Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.
-Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al,
Diye hıçkırır kaval:
Bir çoban parçasısın, olmasan bile koyun,
Daima eğeceksin başkalarına boyun;
Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,
Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı
Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an,
Mademki kara bahtın adını koydu çoban!
Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,
Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden
Anlattı uzun uzun.
Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun
Nadir duyabildiği taze bir heyecanla,
Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla
Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,
Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına
Kemalettin KAMU
4. Didaktik Şiir: Herhangi bir konu hakkında bilgi vermek, öğretmek, bir düşünce ve duyguyu aşılamak amacıyla yazılan şiirlere denir. Bilim, sanat, ahlak, felsefe, din… gibi konularda yazılan şiirler didaktik şiirlerdir. Örnek:
LİSAN
Güzel dil Türkçe bize,
Başka dil gece bize;
İstanbul konuşması
En saf, en ince bize.
Lisanda sayılır öz
Herkesin bildiği söz
Mânası anlaşılan
Lügata atmadan göz.
Uydurma söz yapmayız.
Yapma yola sapmayız,
Türkçeleşmiş Türkçedir,
Eski köke tapmayız.
Açık sözle kalmalı
Fikre ışık salmalı.
Müteradif sözlerden
Türkçesini almalı.
Yeni sözler gerekse
Bunda da uy herkese,
Halkın söz yaratmada
Yollarını benimse.
Yap yaşayan Türkçeden,
Türkçeyi incitmeden.
İstanbul'un Türkçesi
Zevkini olsun yeden.
Arapçaya hiç gitme,
İran'a da meyletme:
Tecvidi halktan öğren,
Fasihlerden işitme.
Türklüğün vicdanı bir,
Dini bir, vatanı bir,
Fakat hepsi ayrılır
Olmasa lisanı bir.
Ziya Gökalp
5.Satirik Şiir: Toplumdaki düzensizlikleri, yöneticilerin beceriksizliklerini, kişilerin dalkavukluklarını, kendini beğenmişliklerini yermek amacıyla yazılan şiirlere denir. Örnek:
HAKİM BEĞ
Gene tehir etme üç ay öteye,
Bu dava dedemden kaldı hâkim beğ.
Otuz yıl da babam düştü ardına;
Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ.
Kırk yıl önce; yani babam ölünce,
Kadılıklar hâkimliğe dönünce,
Mirasçılar tarla, takım bölünce,
İrezillik beni buldu hâkim beğ.
Yaşım yetmiş iki, usandım gel-git;
Bini buldu burda yediğim zılgıt.
Eğer diyeceksen: 'bana ne, öl git!'
Oğlumun bir oğlu oldu hâkim beğ.
Sekiz evlek tarla, bir geverlik su,
Yüz yılda höküme bağlanmaz mı bu?
Kazanmasam da hu, kazansam da hu!
Canım ta burnuma geldi hâkim beğ.
Keşife-meşife, damgaya, harc'a
Kanımız kurudu harca da, harca..
Sayenizde avukatlar yıllarca,
Fakiri yoldu da yoldu hâkim beğ.
Mübaşir itekler, kâtip zavırlar;
Değişti bizde de göya devirler.
Yüz yıl önce adam yiyen gâvurlar,
Tapucuyu aya saldı hâkim beğ.
Kabahat sizde mi, kanunlarda mı?
Şaşırdım billâhi yolu yordamı..
Kızma sözlerime alam kadanı,
Sıkıntıdan içim doldu hâkim beğ.
Mülkün temeliydi adalet hani?...
Bizim hak temelde saklı mı yani?
Çıkartıp da versen kim olur mâni?
Yoksa hırsızlar mı çaldı hâkim beğ?
Hem davacı pişman, hem de davalı..
Bu yolda tükettik çulu, çuvalı.
Sabret makamından çalma kavalı,
Sürüler ekine daldı hâkim beğ.
Abdurrahim KARAKOÇ
Ekleyen : notbak.com